2019 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olan Beşiktaş JK Başkanlık seçimlerinde adaylığını açıklayan Hürser Tekinoktay, diyagonal.net’e özel açıklamalarda bulundu.
Emirhan Alkan: Takipçilerimizin sizleri daha yakından tanıması açısından kendinizden ve spor kariyerinizden bahsedebilir misiniz?
Hürser Tekinoktay: Eski bir futbol antrenörüyüm. Beşiktaş’ta uzun yıllar görev yaptım. Beşiktaş’tan önce Amsterdam’daki Maccabi oyunlarında Türkiye’nin teknik hocalığını yaptım. Daha sonrasında Beşiktaş’ın tüm yaş gruplarında görev yaptım. Onun dışında sonraki süreçte Çanakkale Dardanelspor’da görev yaptım. Beşiktaş kongre üyeliğimde 30.yılıma giriyorum, aynı zamanda divan üyesiyim. 1992’den beri de antrenörlükle birlikte sürdürdüğüm iş hayatım var. Yani kısaca eski bir futbol antrenörü, Beşiktaş Divan Üyesi bir iş adamıyım. İnşallah Mayıs’tan sonra Beşiktaş Başkanı olacağım.
Emirhan Alkan: 93/94 sezonunda Lazio kulübünün çalışmalarını yakından takip etme fırsatı buldunuz, o dönemki gözlemlerinizi aktaracak olursanız, İtalya ve Türkiye arasında ne gibi farklar gördünüz?
Hürser Tekinoktay: 92’de futbol antrenörlük kursuna başladım ve o dönem sertifika alarak bitirdim. Özellikle o yıllarda Türk futbolunda savunma prensiplerinin çok kötü olduğu dönemleri yaşıyorduk. Mesela 90 dakika falan oynadık gibi gözüküyordu, bir korner oluyordu, kalemize gelen ilk top gol oluyordu. Ah yine şanssızlık falan diyorduk, ama konu şanssızlık değil. Savunma prensiplerimiz çok zayıftı. Onun dışında, birebir oyunlarımızda da problem vardı. İtalyanlara bakıyordum aynı ırkız, İspanyollara bakıyorum aynı bizim gibi, ama bizden çabuklar, bizden daha iyiler, çakı gibiler. Adamlar ne yiyor ne içiyor diye hakikaten merak etmeye başladım, ne yiyor ki bu adamlar, bizden ne farkları var diye… sonra o süreç beslenmelerinde n tesislerine, özellikle idman programlarına, müfredata kadar varan incelemelerle devam etti. Akdeniz ırkı olmamıza rağmen aradan dağlar kadar fark olduğunu gözlemlemeye başladım. Dolayısıyla ilk tespitlerim buydu. Antrenörlükte de İspanyolların ve İtalyanların müfredatlarını özellikle turizmden kazandığım paralarla, yabancı yayınları alarak yatırım yaptım biraz daha futbolu incelemeye çalıştım. Aradaki en büyük farkın müfredatın olduğunu gördüm. Kendi çalışmalarımda da, Beşiktaş’ta da, Dardanelspor’da da uyguladım. Bana göre de çok başarılı dönemlerdi hem Beşiktaş’ta hem Çanakkale’de bana göre en büyük fark eğitim metotlarıydı.
Emirhan Alkan: Günümüzde Video Yardımcı Hakem (VAR) sistemini rağmen en çok konuştuğumuz konuların başında hakemlerimiz geliyor, Süper Lig’de hakemlerimizin yönetim şeklini nasıl buluyorsunuz?
Hürser Tekinoktay: Şimdi hakemlerin maç yönetme tarzı Türkiye’de çok tartışılıyor. Yaklaşık bu 20-25 yıllık konu. Dolayısıyla aynı futbolumuz gibi çok geriden gitti. Son zamanlarda Dünya Kupası’na katılan fazla sayıda takımın olması avantajıyla da, FIFA yayın gelirlerini arttırmak istiyor. Buna Şampiyonlar Ligi’de dahil. Bu bir avantajdı ama baktığımızda sadece bir hakemimiz oralarda görev yapıyor, hakemler bana göre uzun süredir müessenin saygınlığı olmadığı için performansları düşük. Türkiye’deki performansları hele daha kötü. Son yıllarda Cüneyt Çakır’ın Türkiye’deki performansı biraz daha iyi, şuan biraz daha balansı tutturdu. Ben hürde olduklarını sanmıyorum, uzun yıllardır gerek baskılarla, gerek federasyondaki nabza göre şerbet veren bir tutumdan ötürü kimliğini kazanamamış bir yapısı var, hakem müessesinin. Dolayısıyla günümüzde de hala bana göre çok geri. Hem saygınlıkları yok, hem performansları iyi değil, sıkıntıları var.
-Peki yapılan eleştirileri doğru buluyor musunuz? çünkü medyada hakemlere karşı negatif bir tutum var.
Hürser Tekinoktay: Tabii bu çok kolay cevaplandırılacak bir şey değil, neden? Eleştirileri haklı buluyoruz desek, bu sefer şimdi eleştirenlere bakmak lazım. Eleştirenlere haklı bulmamız için onların da işlerini iyi yapması gerekiyor. Örneğin medya mensuplarının, örneğin spor yöneticilerinin… şimdi hangisi işini çok iyi yapıyor ki? hakemleri eleştirecekler. Bu bir bütün, büyük fotoğrafta aynı filmin aktörleri. Dolayısıyla içlerinde bir tanesi müthiş iş yapıyor da, hakemleri eleştiriyor olmaması lazım. Hepsi aynı havuzun içerisinde başarısızlar. Medyası, spor yönetimi ve hakemleri bana göre hepsi başarısızlar.
DARDANELSPOR – ERZURUMSPOR MAÇINA DAİR BİLİNMEYENLER
E.A: Hakemlerden bahsetmişken 21 Ekim 2001 tarihinde, Dardanelspor – Erzurumspor maçında sizi çıldırtan hakemin, aylar sonra ortaya çıkan ses kayıtlarında şikeye karıştığı ortaya çıkmıştı. Siz bunlara rağmen karşılaşmadan 2-1 galip ayrıldınız. Karşılaşmanın devre arasında neler konuştunuz?
H.O: Yani futbolla alakalı o maçın dönüşüyle birlikte o maçla birlikte iki üç tane geri dönüşümüz var. Ben Beşiktaş’tan görevden ayrıldıktan sonra Çanakkale’de antrenör olarak çalışmaya başladım, o zaman çok gençsiniz yani, 40 yaşında falandım. Fakat orada futbolun bizim bildiğimiz gibi bir iş olmadığını gördüm. Maçları TRT veriyordu TRT yayınlarını kesmiş. Maçlarda inanılmaz şeyler oluyor. Bu jenerasyon az önce bahsettiğim Cüneyt Çakır’ın olduğu bir jenerasyon vardı, Haluk Ulusoy’un altın çocukları deniyordu fakat ne hikmetse o altın çocuklar, gözünüzün önünde maçları inanılmaz katlediyorlar. Kulübenizde oturuyorsunuz hakem ofsaytı vermiyor, olabilir kaçırabilir ama tam önünüzdeki çizgide olduğu zaman bakıyorsunuz uzak kale falan değil 5 metre ofsayt yani! Onu kaçırması mümkün değil. Öyle 5 metre ofsayttan gol yiyorsunuz. Öbür tarafta her türlü abuk subuk maçların oynandığı tiyatro gibi bir yerin içerisine düştüğümüzü gördüm. Rahatsız oldum, bir işler dönüyor ama ne olduğunu anlamadım bir türlü. Böyle çok maç oynadık. Şüpheleniyordum yani maçların manipüle edildiğinden. Sonrasında o zamanlar Tuncay Özkan, Milliyet gazetesinde yazı yazıyordu. O kimliğiyle herhalde, o zaman Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı ses kayıtlarını bulmuş. Ve bu maçların şikeli olduğu, manipüle olduğu ve bant konuşmaların yayınlandığı Milliyet gazetesinde 28 yayınlı bir yazı dizisi oldu. Ve oradaki konuşmalarda ne tesadüftür ki, sistemin hem şike üzerine manipüle olduğu hem tanıdık antrenörlerin veya vilayetteki başkanların takımlarına maç kazandıklarını sonraki süreçlerdeki tapelerde gördük.
“ŞİKEYİ HİSSEDİYORDUM!”
Maçtan önce de huylandım. Maça atanan hakemlerin bölgesinde de Erzurumspor’un o bölgedeki ilişkilerinden rahatsız olmuştum. Yani bir hissiyatım vardı. Maçın başında da tempolu başladık, yine aynı senaryoların olduğunu gördüm. Bize tekme tokat giriyorlar hakem oyna diyor, çocuklar yerde…. Karşı atak oluyor hakem dokunmadan faul veriyor vs gibi. Maçı istediği şekilde yöneten bir durum vardı. Neyse biz devre arasında soyunma odasına girdik, futbolcularda isyan ediyor. Baktım soyunma odasında hakemle ilgili bağrış çağrış var. Sakin yapıma rağmen soyunma odasında onu görünce, küçük pet şişelerden birisine ayağımla vurdum gitti duvarda patladı o, millet sustu. Dedim ki: hakemle ilgili kimse bir şey konuşmayacak, ikili mücadele yaratacak oyun oynamayacağız, rakibe dokunmayacağız bile çünkü kaptırdığımızda almak zor oluyor. Tabii diğer görevleri de söyledikten sonra hakeme karşı isyanı ve itirazı nötrlediğim bir nokta oldu. Aslında o maçın püf noktalarından biridir. Devre arasında iki tanede oynamadığım yedek oyuncu soyunma odasına gelmek istedi. Genellikle, biliyorsunuz ilk 11’de oynamayan oyuncular devre arasında sahada ısınırlar, bir tanesi Arif bir tanesi Halil ikisi de pırıl pırıl çocuktu, onlarda soyunma odasındaydı. Dikkatimi çekti ben konuşurken ikisinin de adrenalini olmamasına rağmen, göz bebekleri büyümüştü. Otururken göz göze geldik gözlerime bakıyorlardı. Bu benim cebimde bir malzeme olarak kaldı. Maçın ikinci yarısı skor 1-1 maçın son 14 dakika kala soyunma odasındaki o iki oyuncuyu Arif ve Halil’İ ben aynı anda oyuna aldım. Birinin rakipten topu kapması, öbürünün golü atması, 4 dakika sonra oyuna aldığım iki oyuncunun maçın sonucunu tayin etmesiyle 2-1 kazandık. Soyunma odasında eğer hakem konuşulmasına izin vermiş olsaydım maçı kaybederdik. Futbol hayatımda hiçbir zaman hakem mazeretlerini kullanmayan biriydim. Dolayısıyla maçı kazanmamıza sebep oldu. Aslında hakem kaybetmemiz için her şeyi doğru yaptı ama, biz kaybetmemek için her şeyi yaptık…
E.A: Seçimlere yaklaşık 4 ay gibi bir süre kaldı. Yönetim listenizde kesinleşen isimler var mı, ya da teklif götürmeyi düşündüğünüz?
NASIL BİR YÖNETİM ANLAYIŞI BENİMSENECEK?
H.T: Evet, yönetim listesinin bir şeması var. Görüşüp anlaştığımız önemli Beşiktaşlılar da var. Fakat daha da önemlisi Beşiktaş’ın 8 tane yönetim kurulu üyesi 5 tane de yedeği oluyor. Biz zaten yaptığımız konuşmalarda ve söylemlerde Beşiktaş’ı 1.5, 2.5 kişi ile yönetmeyeceğiz diyoruz. Yüzlerce insanla yöneteceğiz diyoruz. Dolayısıyla kurullarımız komitelerimiz olacak. Yani 8+5’İn dışında 100-200-300-400-500’lük bir yönetim modeli kurmak istiyoruz. Bu da aslında olmak zorunda. Beşiktaş’ın içinde ve Beşiktaşlı olan sporu da seven bir sürü deneyimleri, donanımı, dinamizmleri olan insanlarımız var. Bunların mutlaka Beşiktaş’ı yönetebilen, fikir veren, Beşiktaş’ın kalbinden hissiyat veren insanların olduğu bir gerçek. Bunları içeri almak lazım dolayısıyla benim için 8+5 önemli ama, o dışarıdaki 100-200-300 kişi daha da önemli. Onların bile yaklaşık 150 kişisi listeli olarak hazır.
ZLATAN IBRAHIMOVİC BEŞİKTAŞ’A GELECEK Mİ?
E.A: Geçtiğimiz haftalarda başkan olmanız halinde imza attırmayı düşündüğünüz ilk isim olarak, Ibrahimovic’i açıkladınız. Zlatan, Galaxy ile olan sözleşmesini 1 yıl daha uzattı. Listenizde Zlatan düzeyinde Beşiktaş’a değer katacak bir isim bulunuyor mu?
H.T: Zlatan bir proje. Çokta iyi performans gösteriyor. 37 yaşında ama 32 gibi oynuyor. %8-9 yağ oranı var. Zlatan daha yolun yarısına gelmemiş gibi, genç gibi oynuyor. Biz 6 ayına bile yetişsek diyoruz çünkü, Zlatan bir proje. Formayı giydirdiğimizde bile 9 yıl boyunca tüm çocukları Beşiktaşlı yaparız ve kendisini scout ekibinde de kullanmak istiyoruz. Yani 6 ay kendisine forma giydirip, 5 yılda takım elbiseyle istifade etmek istiyoruz. Ama yetişemezsek Zlatan’a forma giydirmeye, spor yönetiminde Zlatan Ibrahimovic markasından çocuklara efsane oluşundan faydalanmak istiyoruz. Yani vakti zamanında bizde Sergen vardı herkes Sergen olmak için bize geliyordu. Biz zaten iyi bir fabrika kuracağız. Genç oyuncular bizim her şeyimiz. Hatta spordaki insan kaynağını 4 yaşından itibaren eğiteceğiz diyoruz, bu konuda da önümüzdeki günlerde bir manifesto paylaşacağız. Biz 4 yaşına insan kaynağını indireceğiz diyoruz ama neticede üst düzey futbol takımı 16 yaşlarında futbolcuları oynatabiliyor. Şöyle de bir şey var evet kulüpte genç futbolcular olacak ama bu futbolcularında abileri olması lazım. Dolayısıyla bizim de futbol takımımızda teknik olarak, yıldız tabir edilen, liderlik özellikleri olan oyuncularımız olması lazım, bir tane de değil birden fazla… Hatırlarsınız Hagi geldiği zaman 30 yaşından sonra futbolu bitmek üzereyken geldi fakat o yıllarda bende Beşiktaş’ta PAF Takım hocasıydım, Emre’yi Zeytinburnu’ndan aldı Galatasaray, Emre 16 yaşındaydı. Sezon ortası A Takım idmanlarına çıkmaya başladı. Fakat bir yerde antrenör, mesela Fatih Terim hayatı boyunca altyapı antrenörlüğü yapmadı. 16 yaşında Emre geliyor eline Fatih Terim ona ne verecek yani? Dolayısıyla birçok şeyi Emre, Hagi’den idmanlarda öğrendi. Dolayısıyla gençlerin önünde gösterebileceğiniz marka değeri olan yıldız bir oyuncunuz olursa o gençleri daha iyi yetiştirebilirsiniz.
REAL MADRID’IN FORMA GELİRLERİNİ HEDEFLEMELİYİZ!
“Bizim de takımımızda muhakkak yıldızlarımız olacak, her yaş kategorisinden yıldızlarımız olacak. Futbol zaten bir endüstri, yıldızlar size sponsor getiriyor, reklam getiriyor, küreselleşmenizi sağlıyor bunlara zaten sırtınızı dönmeye başladığınızda küçülmeye gidersiniz. Biz Real Madrid hedeflerinde olup, Real Madrid’in forma gelirlerini hedefleyecek bir vizyonla yola çıkmamız lazım.”
E.A: Bir kulüp için globalleşme ne demektir? Bu konuda çalışmalarınız olacak mı? Hangi ülkelerin spor pazarına girmeyi düşünüyorsunuz?
H.T: Baktığınız zaman, hangi ülkelerin spor pazarına girmeyi düşünüyorsunuz değil girmemeyi düşünüyorsunuz diye bakmak lazım, öyle bakıyorum bulamıyorum. Mesela İzlanda, ne yapacaksınız İzlanda’da, orada da futbolcu var oradan da futbolcu alıp entegre olabilirsiniz. Mesela İzlanda’nın çok iyi bir futbolcusunu aldınız, yakışıklı, gözleri güzel, bakışları güzel, sahadaki futbolu güzel, takır takır da takım için oynuyor bütün İzlanda’ya mal satarsınız. Siz gerekirse forma satarsınız onlardan balık alırsınız, balıkları da Kartal Yuvaları’nda siyah beyaz kutularla satabilirsiniz. Dolayısıyla internetle küreselleştiği, artık her tarafın birbirine entegre olduğu bir yerde pazarı daraltmanız söz konusu olamaz. Maksimum pazarda bütün hünerlerinizi, zekanızı koymak zorundasınız. Kaldı ki şeye gelmiyorum, Uzak Doğu pazarına girmemiz lazım, bunu zaten çocuklar söylüyor. Onu zaten adam 20 yıl önce yapmış. O yüzden bizim girmeyeceğimiz pazar olarak baktığımızda hakikaten bulamıyorum, Afrika dahil.
E.A: Başkan olmanız halinde, Beşiktaş’ta kongre üyeliği bulunan 5.000 kişinin üzerindeki kişi hakkında ne gibi yaptırım uygulamayı planlıyorsunuz?
H.T: Başkan olmam halinde zaten, Beşiktaş’ı Beşiktaşlılara teslim edeceğimi her söylemimde ifade ediyorum. 1. suç işleyenler adalet önünde hesap verecekler. 2. insanları kandırmakta bir suçtur, emniyeti ve güveni suistimal etmekte bir suç işlemektir, dolayısıyla onlar bizim iç işimiz olur bunların muhakkak muhasebesi yapılır. Baktığınızda eğer Benfica gibi yönetilir ve halka açılırsak 100.000-200.000 üyemiz olduğu zaman o zaman içeride örnek veriyorum, 2.000 tane usulsüz üyenin bir esprisi kalmayacak. Ama tabii onlarda derneğe karşı, kamuya karşı, spora karşı bir suç işlemişlerse derneğimizin de kendilerinden davacı olması gerekecek.
E.A: Fulya Davası’nın kazanılmasında aktif olarak rol oynadınız. Bu süreçte Beşiktaş yönetimine herhangi bir kırgınlığınız bulunuyor mu?
H.T: Davayı açtığım günden beri 3 yönetim değişti. Yıldırım Demirören davayı açtığım dönemdi, Yalçın Karadeniz geçici dönem başkanlık yaptı, onu da ibra etmemiştim. Hatta bana dedi ki beni neden ibra etmedin? Gerekli olan sebeplerimi söyledim. Yalçın Karadeniz’i ibra etmeyen üç kişiden birisiydim. Daha sonra Fikret Orman’ı da mali kongrelerde ibra etmedim. Kendisine noter aracılığıyla yazılı olarak da, matematiği de koyarak ilettim. Bunun birinci nedeni Fulya Davası’ydı.
FİKRET ORMAN HAZIR OLMADAN BAŞKANLIĞA İTİLDİ
3 yönetime de kırgınım. Zaten birincisi Yıldırım Demirören dönemi, ikinci geçici bir dönemdi hadi o vs. kısa kaldı Yalçın Karadeniz, üçüncü onun altına kitap yapmam lazım… ama şuan yazmayacağım. (gülüyor) neticede Fikret Orman’a benim pozitif bir enerjim var. Bana göre kolay bir iş yapmıyor, hazır olmadığı bir dönemde insanlar onu Beşiktaş Başkanlığına itti. 3 gün kala hiç aklında yokken başkanlık koltuğuna arkadan ittiler ve o gün bugündür kendisi her şeyin nasıl gittiğine hakim değildir.
“BEŞİKTAŞ’ı DEĞİL KENDİLERİNİN YÖNETEBİLECEKLERİ İNSANLARI ARADILAR”
“Süleyman abinin görevi bırakmasıyla birlikte hep bir kaos ortamı, hep seçimden bir hafta önce grupların şekillendirdiği bir ortam var. Beşiktaş’ı yönetecek kişileri aramadılar, bazı gruplar bazı teşkilatlar sadece kendilerinin yönetebileceği insanları aradı ve dolayısıyla arkadan sürekli birilerini ittiler. Dolayısıyla Fikret Orman dönemi de böyle bir dönemdi. Kırgınlığım ile ilgili söyleyeceğim çok şey var, günün birinde Fikret Orman’la baş başa kalırsak ikimiz arasında konuşulması gereken şey olarak düşünüyorum.”
SÜLEYMAN SEBA DELİLİN VARSA DAVA ET DEDİ!
2008’de mali kongreden sonra Süleyman Seba’nın evine uğramıştım. Orada ilk kez söyledim Süleyman abi, dava edeceğim Fulya’dan ötürü. Heyecanlandı oturduğu koltuktan kalktı varsa belgen varsa dava aç Hürser dedi. Dolayısıyla kendi başıma aldığım bir karardı ama, sonra Süleyman abiyle paylaştıktan sonra da ne kadar isabetli olduğunu gördüm. 10 yıl boyunca da bir adım geri atmadan gittim.
E.A: Çarşı ve Beşiktaş yönetimi arasındaki bağların koptuğu düşünülüyor. Siz bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?
“ÇARŞI’NIN TARAFTAR GRUBU, AMİGO GRUBU OLARAK GÖRÜLMESİ YANLIŞ”
H.T: Katılmıyorum desem yanlış olur. Çünkü son yıllarda Çarşı’nın Beşiktaş’ın marka değerine katkısı oldu. Nasıl oldu? Bunun bir taraftar grubu amigo grubu olarak da görülmemesi lazım. Beşiktaş zaten Çarşı’daki insanların varlığıyla 100 yıl önce kuruldu, büyüdü. Dolayısıyla Çarşı halkı temsil ediyor. Oradaki bakkalı, manavı, balıkçıyı. Çarşı dediğimiz zaman bir taraftar grubu olarak görmekte yanlış bir algı. Çarşı her yerde var Ardahan’da var İzmir’de var vs. dolayısıyla biz onların bir temsilcisiyiz aslında. Bunların temsilcisi olurken de, Beşiktaş’a gönlünü vermiş, taraftarın içinde de oluşan dinamik enerjisi ve zekası olan taraftarlarımızın da, o dönemlerde biliyorsunuz sosyal sorumlulukla ilgili espri dolu yazdıkları pankartların bile Beşiktaş’ın popülerliğini arttıran bir katkısı olmuştu. Dolayısıyla burada yönetim ve taraftar gruplarının her ne olursa olsun, burası çok önemli: ‘kulübüne zarar vermeden’ iş birliği içerisinde olması gerektiği aşikardır. Burada başarısız bir dönem var. İç yüzlerini bilemiyorum yönetimde olmadığım için, Çarşı’da da ne olduğunu bilmediğim için. Sizin de gördüğünüz gibi bağların koptuğu aşikar. Kopmaması gerekirdi.
E.A: Mali anlamda gelir düzeyi kısıtlı olan amatör şubeler hakkında herhangi bir kısıtlamaya gidecek misiniz?
H.T: Amatör branşları küçültme diye bir şey söz konusu olamaz, o zaman spor yöneticiliğine ters burası. İşte insanlara spor yaptırmayalım, sayılarını azaltalım, amatör şubelerini kapatalım falan diyecek adamın zaten kulüp başkanı olmaması lazım. Yani spor kulübünde insanların spor yapmasını engelleyecek bir felsefe üretemezsiniz. Biz bunun aksine sporu 4 yaşına indirecek bir spor işletme modelimiz olacak. Dolayısıyla küçülmek yerine büyümek için çalışmalarımız olacak.
Haberin Kaynağı: diyagonal.net Özel Haber | Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur.
Muhteşem habercilik habere hazırlanma sunuş ve görsel materyallerle destekleme süreci çok başarılı genç kardeşlerimiz kesinlikle desteği hakediyor.