Diyagonal Dergi yazarı Cem Arber, futbolun temizlenemeyen lekesi olan futbolda ırkçılığı kaleme aldı.
Futbolda ırkçılık, zaman içinde şekil ve biçim değiştirse de maalesef uzun süredir devam eden bir sorun. Sahaya muz atmak ya da maymun benzeri sesler çıkarmak gibi bireysel suçlarda veya taraftar lokallerinde kutlama yapan organize neo-Nazi grupların söylemlerinde açıkça gördüğümüz gibi futbolda “beyaz olmayan” her şey uzun süredir tacize uğruyor. Geçmişte futbolun yönetim organları tarafından yıllar boyu görmezden gelinen yeşil sahalardaki ırkçılık ancak 1990’ların başında, kendini sporda ırkçı tacizle mücadele etmeye adamış ilk ırkçılık karşıtı örgütlerin hayata geçmesiyle gündeme gelebildi. Otuz yıl sonra, futbolda ırkçılık olarak adlandırılan cezai suç hâlâ varlığını sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda sosyal hayatın başka bir alanını, dijital dünyayı da işgal ediyor. Bu ayki köşemizde sorunun vardığı noktayı tespit edip, örnekler üzerinden uygulamadaki başarısızlığın nedenlerini masaya yatırıyoruz. Yakın geçmişle başlayalım;
UEFA EURO 2020 Şampiyonası, Covid-19 pandemisinin neden olduğu bir yıllık gecikmenin ardından Haziran ve Temmuz 2021’de gerçekleşti. İngiltere’nin finalde İtalya’ya penaltılarla yenilmesinin ardından, Birleşik Krallık Futbol Polislik Birimi’ne (UKFPU), İngiltere’nin siyahi oyuncularına yönelik 600’den fazla çevrimiçi ırkçı yorum rapor edildi. Bu şikayetlerden 207’sinde şüphesiz suç unsurunun oluştuğuna karar verildi. UKFPU’nun sosyal medya şirketlerine yaptığı veri taleplerinin ardından 11 kişi tutuklandı. Irkçı yorumların en az 123’ünün denizaşırı ülkelerdeki kişiler tarafından gönderildiği ortaya çıktı ki, bu durum sorunun global ölçekte değerlendirilmesi gerektiği ile ilgili önemli bir veri. İngiltere menajeri Gareth Southgate, ırkçı tacizleri “affedilemez” olarak nitelendirirken, 8 Eylül 2021’de bir taraftar (?) finalden sonra Facebook’ta yayınladığı ırkçı bir mesaj nedeniyle 14 hafta ertelenmiş hapis cezasına çarptırıldı ve 40 hafta boyunca elektronik kelepçe takılmasına hükmedildi. İngiltere’de spor gündemini karıştıran bu olayların ardından birçok eski oyuncu, futboldaki ırkçılık deneyimlerini paylaştı. Örneğin, 1970’lerde West Bromwich Albion’da forma giyen üç oyuncu; Laurie Cunningham, Cyrille Regis ve Brendon Batson, ülke çapındaki futbol sahalarında sık sık ırkçı sataşmalara ve hakaretlere maruz kaldıklarını açıkladılar. Brendon Batson, şunları söyledi:
“Deplasman maçlarında otobüsten inerdik ve ırkçı gruplar tam karşımızda olurdu. O günlerde, güvenlik görevlileri yoktu ve her şeye katlanmak zorunda kalırdık. Oyuncu girişine yöneldiğimizde benim ya da Cyrille’in üzerine tükürürlerdi. Bu, zamanın ırkçı aşağılamalarından biriydi. Yaygara kopardığımı veya bunun hakkında ağladığımı hatırlamıyorum. Başa çıktık. Çünkü bizim için yapılacak hiçbir şey yoktu. Tek başımızaydık.”
Eski Tottenham Hotspur ve İrlanda milli takım oyuncusu Chris Hughton, BBC Sport’a “Bir oyuncu olarak 1980’lerde saha içinde ve dışında çok fazla ırkçılık yaşadım” şeklinde demeç verdi. Geçmişte İngiltere milli takımında forma giyen Emile Heskey de, 1990’larda genç bir oyuncu olarak kendisine tükürüldüğünü ve içinde “nigga” kelimesi geçen küfürleri çokça duyduğunu söyledi.
9 Eylül 2021’de, eski Manchester United ve İngiltere defans oyuncusu olan şimdilerde futbol medyasında görev alan Rio Ferdinand, çevrimiçi ırkçı taciz deneyimiyle ilgili Çevrimiçi Güvenlik Yasa Tasarısı Taslağı görüşmeleri kapsamında Ortak Komite’ye bilgi verdi ve komiteye şunları söyledi:
“Yaşananlar acıtıyor. Arkadaşlarım ve ailem de dahil olmak üzere bu konuda çok acı çektik. Zaman zaman aile üyelerimin psikolojik olarak dağıldığını gördüm. Orada oturup çocuklarıma maymun emojisinin bu bağlamda ne anlama geldiğini, muzun ne anlama geldiğini açıklamak zorunda kalmak çok acı.”
Futbol otoriteleri, eski oyuncular ve yorumcular, EURO 2020’nin oyunculara yönelik artan çevrimiçi ırkçı taciz trendinden sadece bir örnek oluşturduğunu savunuyor.
Futbolda on yıllardır oyunculara yönelik ırkçı taciz var ve İtalya’daki kötü şöhretli olayın üzerinden 10 yıl geçti. Taraftarlar tarafından AC Milan orta saha oyuncusu Kevin-Prince Boateng’e yöneltilen ırkçı taciz, bir hazırlık maçı sırasında sahayı terk etmesine neden olmuş, takım arkadaşları da maça devam etmeyi reddetmişlerdi. Dönemin FIFA başkanı Sepp Blatter, dünya çapında futbolu organize eden yerel kurumları daha güçlü yaptırımlar uygulamaya çağırmıştı. Ancak bugüne kadar pek azı bunu yerine getirdi. Henüz birkaç gün önce yaşananlara bakılınca duruma tepki gösteren futbol aktörlerinin haksız olmadıkları rahatlıkla söylenebilir.
Geçtiğimiz günlerde iki uluslararası futbol maçı, oyunculara yönelik ırkçı taciz nedeniyle durduruldu. Amerika Birleşik Devletleri-Meksika maçı, taraftarların tezahüratları üzerine yarıda kesildi. Brezilyalı Vinicius Junior’un danışmanı ise İspanya’da bir stadyumda bir görevli tarafından ırkçı tacize uğradı. FIFA ve Avrupa futbol kuruluşu UEFA ile çalışan ayrımcılık karşıtı gruplar, geçtiğimiz günlerde yaptıkları ortak açıklamada, yaşanan tüm bu olayların futbolun karşı karşıya olduğu “acil bir krizin” kanıtı olduğunu ifade ettiler. FIFA başkanı Gianni Infantino’nun futbolda ayrımcılıkla mücadele misyonunu yeniden gündeme almasından günler sonra, Yeni Zelanda ve İrlanda 21 yaş altı takımları sırasıyla Katar ve Kuveyt’ten gelen rakiplerin ırkçı tacizlerine maruz kalıp oynamaya devam etmeyi reddettiklerinde maçlar iptal edildi. Yeni Zelanda futbol otoritesi internet sitesinde yaptığı açıklamada, Samoalı kökenli Michael Boxall’a yönelik ırkçı hakaretlerin birkaç oyuncu tarafından duyulduğunu belirtti. Açıklamada, “Bugün Avusturya’da oynanan Yeni Zelanda-Katar maçının 40. dakikasında, Katarlı bir oyuncu, All Whites defans oyuncusu Michael Boxall’a karşı iki oyuncu arasındaki sürtüşmenin ardından ırkçı bir hakaret kullandı. Bu durumu topluca protesto eden oyuncularımızın eylemlerini tamamen destekliyoruz. Bir maçın yarıda kaldığını asla görmek istemiyoruz ama bazı sorunlar futboldan daha büyük ve bir tavır almak önemli.” ifadelerini kullandı. Yine Avusturya’da oynanan bir başka dostluk maçında İrlanda ile Kuveyt karşı karşıya gelirken, maçın 86.dakikasında Kuveytli bir oyuncunun İrlanda yedek kulübesine hitaben ırkçı söylemlerde bulunması üzerine saha karıştı. Olaylar sonrası İrlanda takımı sahayı terk ederken, milli takım yetkilileri olaylarla ilgili UEFA’yı bilgilendireceklerini açıkladılar.
Yeşil sahaların yıldız oyuncularından Vinicius Junior, sezon boyunca Real Madrid için ter dökerken, İspanyol stadyumlarında taraftarlar tarafından sürekli ırkçı tacizlerin hedefi oldu ve onu korumak için hakemler veya futbol organizatörleri tarafından çok az şey yapıldı. Avrupa futbolunda ırkçı faaliyetlere karşı çalışmalar yürüten bir platform olan ve 1999’da kurulan FARE (Football Against Racism in Europe), futbol maçlarındaki ırkçı-ayrımcı hareketlerin raporlanması konusunda partner olarak UEFA adına bir dizi eylemi gerçekleştirmekle görevli. FARE İcra Direktörü Piara Powar geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “Futbol takviminde yer alan bir gün içinde ırkçı taciz nedeniyle iki maçın yarıda kalması, genç oyuncuların ırkçılığa ve ayrımcılığa müsamaha konusunda büyüklerinden çok daha kararlı olduklarını gösteriyor. Geniş perspektiften bakınca futbolun karşı karşıya olduğu acil krizi görebiliyoruz.” şeklinde konuştu.
Bu noktada ırkçı ve ayrımcı davranışların kökenine inebilmek bakımından size ilginç bir çalışmadan bahsedeceğim. 2018 Dünya Kupası oynanırken BBC ve ITV ekranlarında, canlı yayın esnasında yapılan yorumların incelenmesine dayalı bu çalışma “University of Edinburgh” tarafından gerçekleştirilmiş. Çalışma, 2018 FIFA Dünya Kupası sırasındaki yorumlara odaklanıyor. Turnuvada oynanan 20 maça dair 30 saatlik BBC ve ITV yayınında futbolculara yapılan 729 övgü/yorum analiz edilmiş. Siyah oyuncular övülürken ezici bir çoğunlukla fiziksel yetenekleri ve doğal atletizmlerinden, beyaz oyuncuların ise zekaları ve karakterlerinden bahsedildiği ortaya çıkmış.
Yorumlar özelliklerine göre sıralandığında; Siyahi oyuncuların aldığı 281 övgünün fiziksel durum (%69,8), doğal yetenek (%10,7), öğrenilmiş beceriler (%10,3), karakter (%5) ve bilişsel nitelikler (%4) şeklinde dağıldığı görülmüş. Beyaz oyunculara yapılan 448 övgü/yorumun ise (%47,9) öğrenilmiş beceriler, (%18,3) fiziksel durum, (%13,8) karakter, (%11,4) bilişsel nitelikler ve (%8,6) doğal yetenek üzerinden yapıldığı ortaya çıkmış. Genel övgü durumu da %61,4 beyaz oyuncular lehine. Veriler, ayrımcılığın sadece yorumcuların maçta gördüklerini tarafsız bir şekilde anlatmasından kaynaklı olmadığını ve bilinçaltı kodlamalarının bu gibi anlarda su yüzüne çıktığını anlatıyor gibi.
Spordaki ırksal klişelerin çoğu, 1800’lerde ortaya çıkan sözde ırk bilimlerine ve özellikle Sosyal Darwinizm’e kadar uzanıyor. Bu zihniyet; uzun süre beyazların zeka, ahlak ve karakter açısından en gelişmiş ırk olduğunu ve bu nedenle fiziksel hüner geliştirmelerine gerek olmadığını savundu. Siyah insanlar az gelişmiş, doğası gereği şiddetli, tembel, entelektüel olarak sınırlı ve karakterden yoksun olarak kabul edildi. Beyaz insanların aksine hayatta kalabilmek için daha fazla fiziksel güce ihtiyaçları vardı. Bu tespitler, siyahilerin doğaları gereği bilişsel görevlerden çok fiziksel faaliyetlere uygun olduğu görüşünü yaygınlaştırdı. Buradan hareketle fiziksel efor sarf edilen spor dallarına uygun olduklarına karar verildi. Öyle ki, Güney Kaliforniya Üniversitesi atletizm ve ABD Olimpiyat sprint takımlarının koçu Dean Cromwell 1941’de şu ifadeleri çekinmeden kaleme alabildi: “Afro Amerikan sporcuların sprint ve zıplama yeteneği, onlar için bu özelliklerin bir ölüm kalım meselesi olduğu, atalarının çok uzun zaman önce ormanda yaşadıkları günlere dayanıyor.”
Bilinçaltı kodlamalara bir başka örnek verelim. Okuyucularımız içinde mutlaka hatırlayanlar olacaktır. 2019 yılı Aralık ayında, İtalya’nın ünlü spor gazetesi Corriere Dello Sport’ta atılan bir manşet herkes tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Inter kulübü futbolcusu Romelu Lukaku ve Roma kulübünün futbolcusu Chris Smalling’in olduğu bir fotoğraf ve fotoğrafın üstünde yazan “Kara Cuma” (Black Friday) ifadesi İtalya’da çokça konuşulan ırkçılık konusunu tekrardan gündeme getirmişti. Her ne kadar gazete yönetimi suçlamaları reddetse de İtalya Futbol Ligi, 16 Aralık’ta ülke çapında ırkçılık karşıtı gösterilere sahne olmuştu. Gazetenin müdürü Ivan Zazzaroni, enteresan bir savunma yaparak, “masum” olduğunu ve gazeteci Roberto Perrone’nin yazdığı makalenin “içinde ırkçılık barındıranlar tarafından ırkçı olarak görüldüğünü” söyledi. Acaba Zazzaroni gerçekten bu manşete izin verirken işin varacağı noktayı kestirememiş miydi? Yoksa karar alma sürecinde bilinçaltı kodları ona bir sorun olmadığını mı dikte etmişti?
Kabul edin ya da etmeyin geçmişte, dünya futbolunun efsane isimlerinden Clarence Seedorf’un çokça ses getiren açıklamasında değindiği, “Teknik direktörler için fırsat eşitliği yok. Siyahileri, futbolda yüksek kademelerde göremiyoruz.” düşüncesi bugün futbolun gerçeklerinden biri. Siyahi teknik direktör denince akıllara Frank Rijkaard ve Jean Tigana’dan fazlasını getirmekte hepimiz zorlanıyoruz. Oysa siyahi yıldızları saymaya kalksak belki saatler harcamamız gerekir. Bu yıldızlardan futbolu bırakanların hiçbirinin teknik direktörlük yapacak meziyetleri yok muydu? Yoksa Edinburgh Üniversitesi’nin çalışmasında ortaya çıktığı şekliyle, siyahilerin fiziksel bakımdan nitelikli sayıldıkları ancak iş zekaya gelince beyaz futbolcuların övgüye değer oldukları düşüncesi futbol dünyasında sanılandan fazla mı destek buluyor? Aktif futbolculuk hayatları sonrası teknik direktör olma yolunda siyahi oyunculara eğitim ve iş kapılarını kapalı tutan (belki de bilinç dışı) motivasyonun arkasında ne var? Beyaz adam kendisinin üstün olduğu kabulüyle davrandığı sürece futbolda bir türlü önü alınamayan ırkçılık ve son dönemde yükselen islamofobi konusundaki parlak demeçlerinin pratikte hiçbir sonuç vermeyeceğini ne zaman görecek?