Süper Lig’in 37.haftasında Beşiktaş’ın rakibi deplasmanda Kasımpaşa idi. Maç öncesi eksiklerin göze çarptığı siyah-beyazlı takımda teknik direktör Şenol Güneş; tandemi Welinton – Necip ikilisinden kurmuş, formda Redmond’ın yokluğunda o bölgeyi Muleka’ya teslim etmişti. Zorunluluktan doğan bu tercihlerin Beşiktaş taraftarını tedirgin ettiğini söylemek için alim olmaya gerek yok. Kasımpaşa gibi ofansif anlamda güçlü bir takıma karşı Saiss ve Colley gibi iki tecrübeli savunmacının yokluğunda yaşanacak muhtemel bir uyum sıkıntısı işlerin sarpa sarmasına yol açabilirdi. Kasımpaşa teknik direktörü Kemal Özdeş, maç önü değerlendirmesinde, “Kazanmaya oynayacağız.” dedi ve bu dediğini de yaptı. Öte yandan bu felsefenin Beşiktaş’ın ekmeğine yağ sürmesi kaderin garip bir cilvesi oldu. Çok adamla ve oyunu önde kabul ederek oynayan Kasımpaşa’da, savunmanın merkezindeki Donk ve Djilobodji topla maharetli oyunculardı ancak geride bırakılan geniş alanı savunma konusunda hem ağır hem yetersiz kalıyorlardı. Siyah-beyazlıların ilk devrede attığı iki gol bu sıkıntının göstergesi gibiydi.
İkinci yarı da ilk 45 dakikaya benzer şekilde başladı ancak Cenk – Aboubakar işbirliğinde atılan üçüncü golden sonra işin rengi biraz değişti. En azından taktiksel anlamda. Kemal Özdeş; Fode Koita ve Mounir Chouiar’ı sahaya sürdü. Böylelikle ev sahibinde Mamadou Fall kanada geçip ileri uca da klasik bir santrfor yerleşti. Değişiklikler sonrası risk alan Kasımpaşa, Beşiktaş savunmasının konsantrasyon eksikliğinden doğan pozisyonda Aytaç Kara ile kolay bir gol bularak, maça ortak olma adına ümitlendi. Şenol Güneş’ten karşı hamle dördüncü gole imza atacak Tayfur Bingöl ile geldi. Maç boyu savunma arkasına atılan toplarda adeta paralize olan Kasımpaşa savunmasına karşı oyuncu tipi anlamında da bekleneni veremeyen Muleka’nın yerine gereken kan değişikliğinin sağlanması anlamında da bu değişiklik doğru bir hamleydi. Donk’un uzaktan attığı şık gole kadar Beşiktaş, başta Cenk olmak üzere önemli hücum fırsatlarını çok kolay harcadı. Bu noktada Cenk ile ilgili önemli bir tespiti yapmak lazım. Siyah-beyazlı takıma yaptığı katkı yadsınamaz. Beşiktaş yönetiminin sözleşme uzatma isteğini de son derece doğru buluyorum yalnız saha içinde zaman zaman “Golcü egoist olur” düşüncesini gereğinden fazla ileriye götürdüğü oluyor. Bunu da bir not olarak ekleyelim.
Açıkçası maçın son bölümü her iki takımın da rehavet içinde oynadığı, Beşiktaş’ın araya Atiba’nın vedasını sıkıştırdığı anlara sahne oldu. Bitiş düdüğünden sonra VAR yardımıyla verilen penaltı ise en hafif tabirle hakem Volkan Bayarslan ve yardımcılarının ayıbıdır. Televizyon başındakilerin, tribündekilerin, yedek kulübesindekilerin ve VAR başındakilerin gördüğü penaltıyı bir tek orta hakem ve yardımcıları görmedi. Neyleyelim ki, Türkiye’de biz bu tip geçici körlüklere alıştık. En başarılı hakem yönetimlerinde bile araya böyle pozisyonlar kaçıyor. İşin gerçeği, Türkiye’de hakemlik her geçen sezon biraz daha geriye gidiyor. Önemli kararları VAR’a bırak, sen düdüğünle Aydın havası üfle…
Gelelim maçın en iyilerine. Bu noktada altı çizilmesi gereken iki isim var. Birincisi her geçen hafta üstüne koyarak ilerleyen ve Beşiktaş’a adım attığı ilk dönemde sadece takım savunmasına katkı yapmasıyla eleştirilen Gedson Fernandes. Portekizli, Şenol Güneş döneminde adeta yeniden doğdu ve “box to box” tabirine yalnız Türkiye değil Avrupa futbolunda örnek gösterilebilecek isimlerden biri oldu. Hem sahanın en çok koşan ve en çok top kazanan oyuncuları arasına girip hem de rakip sahaya gittiğinde oyunu çözen yetenekleri gösterebilmek gerçekten önemli bir iş. Yıldız futbolcuya transfer döneminde teklif yağarsa, şahsen hiç şaşırmayacağım. Sahanın bir diğer başarılı ismi Arthur Masuaku. Hatırlayın, o da Türkiye’deki ilk döneminde çok bilmiş spor medyamızın geniş bir kısmı tarafından yetersiz bulunmuştu. Şimdi o anlı şanlı isimler, Masuaku övmekle meşguller. Hani diyorum, bir gün bir futbolcu çıksa da şu kaşarlanmış isimlere “spor yazarlığı yapmak için yetersizsiniz” dese… Acaba üzerlerine alınırlar mı?