Beşiktaş’ın 25.hafta mücadelesinde çıktığı Başakşehir deplasmanında maç, kadroların açıklanmasıyla başladı. En azından Beşiktaş taraftarı için. Haftalardır yolu gözlenen Ghezzal’in bir kez daha kadrodan çıkartılması sonrası tüm Beşiktaşlılar, Şenol Güneş’in yaratıcı oyuncu eksiğini Alexandru Maxim ile kapatacağını düşünüyordu ki, aradıklarını bulamadılar. Tecrübeli teknik adam, kazanan takımı bozmama yönünde hareket ederek geçen hafta tercih ettiği 11’i sahaya sürdü. Bunun doğal neticesi olarak, Beşiktaş ilk 45 dakikada ofansif yönde maça ağırlık koyamadı. Bunu ilk yarıyı 1-0 önde kapatmış olmalarına rağmen rahatlıkla ifade edebiliyoruz. 16.dakikada Aboubakar şapkdan tavşan çıkarırcasına çaprazdan aldığı topla önce rakibini geçti, sonra uzak köşeye bıraktı. Gol sonrası oyunu kendi yarı sahasında kabul eden Beşiktaş, genelde uzun topları tercih etti. Bu da santrforların zaman zaman oyundan düşmesine yol açtı. Dakikalar 35’i gösterirken, karşılaşmanın kırılma anı diyebileceğimiz pozisyonda Adnan Januzaj kırmızı kart görünce maçın kaderi de üç aşağı beş yukarı belli oldu. Bu pozisyonda Belçikalı oyuncunun ayağının kaydığını dikkate almak gerekir ancak darbeye sebep olacak şekilde ayağını kaldırması ve hiçbir sakınma emaresi göstermemesi Mete Kalkavan’ın haklılık payını arttırıyor.
Siyah-beyazlılar, rakibin eksik kalmasından ikinci yarıda mental anlamda faydalandılar. Skor üstünlüğü de ele geçirilmişken, oyuncuların yüzlerine yansıyan ifade en başarılı şekilde “3 puana ulaşmış olmak” şeklinde özetlenebilir. İkinci 45 dakikada Masuaku’nun vuruşunda fark 2’ye çıkınca, 55’ten sonra her iki teknik adam değişikliklerle takımlarını maça döndürmek istediler çünkü maçın bitiş düdüğü 55.dakika itibariyle kafalarda çalmış gibiydi.
Futbol kamuoyu ve Beşiktaş camiasından Şenol Güneş’e yönelen eleştirilerde haklılık payı olduğunu düşünen biriyim. Bilhassa oyun içi ve rakip yarı sahada etkinlik anlamında siyah-beyazlı takımın istenen seviyede olmadığını söylemek için futbol gurusu olmaya gerek yok. Güneş yönetiminde alınan şampiyonluklarda Beşiktaş, etkisini ve kalitesini maçların hemen her anında rakiplerine hissettiren dominant bir futbol oynuyordu. Dolayısıyla, taraftarın o günlere özlemle benzer bir futbol beklemesi olağan. Öte yandan takım yapısı buna uygun mu, devre arası transferleri bu etkiyi sağlayabilir mi, mevcut durumda pragmatik düşünerek sonuç odaklı mı yoksa idealist olarak oyun odaklı mı davranmak doğru olur bu sorular cevaplanmaya muhtaç. Özellikle ara dönem transferleriyle birlikte Şenol Güneş’in defansif olarak belli bir çizgi yakaladığını görüyoruz.
Mert Günok’un kaleye yerleşmesi, savunmada alternatiflerin çoğalması, Hadziahmetovic’in defansın önünde göze batmadan yaptıkları ve her geçen gün artan takım bütünlüğü… Eleştiri yaparken yapıcı olmak ve iyi yapılan işlerin üzerini örtmemek gerekir. Anlaşılan, Şenol Güneş yarı sezonda aldığı bu takımla pragmatik davranarak yarım sıfır da olsa maçları kazanmak ve toplayacağı maksimum puana ulaşmak istiyor. Futbolda savunma güvenliğini takım halinde savunmaya yerleşerek de sistem ve oyuncu kalitesiyle topu rakibe vermeyerek de sağlayabilirsiniz. Görüldüğü kadarıyla Şenol Güneş dereyi geçerken bildiği ata binmek istiyor. Ghezzal geri dönüp, Maxim takıma yerleştiğinde belki Beşiktaş’ın hücum kalitesi otomatik olarak yükselecektir ama açıkçası ligin boyu da iyiden iyiye kısalıyor. Ghezzal takıma girse bile ritmini bulması zaman alacak. Maxim, görünürde 4 ay için transfer edilmiş bir futbolcu. Bu da kısa sürede katkı yapacağına inanılarak transfer edildiğini gösterir. Oysa Şenol Güneş, hiç de bu tespitlere uygun bir davranış profili göstermiyor. Tüm bu analizin sonucunda ortaya çıkan ise şu; Beşiktaş teknik yönetimi ligi mümkün olan en üst sırada tamamlayıp Avrupa vizesini cebine koymak için şu aşamada oyun kalitesinden taviz vermekte bir beis görmüyor. Şenol Güneş denince Beşiktaşlının aklına gelen o futbol kalitesi, bu sezon pragmatizme kurban edilecek gibi görünüyor.