Diyagonal E-Dergi yazarı Zübeyde Özcan, Türk futbolunun kanayan yaralarını Aralık sayımız için kaleme aldı.
TÜKENİYORUZ
Bizim peder bey nefesli futbol tarihi gibidir. Konusu açıldığında anlatmayı da pek sever. Gerçi onun bildiği top da topçu da bundan seneler evvelinde kaldığından takvimin bugününe yaklaştıkça hatıraları epeyce azalır fakat kitabın okuduğu kısmından destan yazar. Konusu açıldığında “Bak bakayım o telefonundan, şu futbolcu şurada oynamış mı?” dediyse isim ismi, takım takımı beraberinde getirir; alakalı alakasız yığınla olay/fail öğrenirim. Geçenlerde yine böyle bir muhabbetin ortasında Osmaniyespor’dan bahsediyordu. Dediğine göre bir sezon kalecileri sakatlanmış, yerine adam bulamayınca takımın malzemecisini kaleye geçirip sezona öyle devam etmişler. Ne yalan söyleyeyim, bu durumu ilk dinlediğimde bayağı eğlenceli gelmişti. Onlarca yıl uzaktan bakınca böyle şeyleri ‘anlatacak hikâye çıktı’ olarak görüyor insan. Sonra üzerine düşününce dedim ki ağlanacak hale dansöz oynatmak bizimkisi. Bugün iş malzemeciye kadar gitmese de alt liglerde durum pek farklı değil. Süper Lig’de delik pantolonun yamalısı.
Türkiye bir hızlı tüketim coğrafyasıdır. Haberin değeri saatliktir. Falanca kişinin “çayına su kattığın gibi sevdanı da seyreltmişsin” edebiyatı üç aylık. Korkuyu, mutluluğu, duyarlılığı, başarı ve başarısızlığı, fikirleri, daha birçok şeyi çarçabuk tüketiriz. Ancak iş üretmeye geldiğinde orada durup şöyle bir uzaktan izleriz. Tahtaya bir çivi çakmak zor gelir ya da şartlar bizi bu hale getirmiştir. İnternet ve onun en sevdiği evladı düşünce çöplüğü sosyal medya, bacasız endüstri, istenilen çoğu şeye jet hızında ulaşım, dünyanın bir nevi gözümüzün önünde dönüyor oluşu, falanları filanları… Tabi futbol da böyledir. Büyüklü küçüklü futbol kurumları çıkarında, taraftar rakip kaleye atılan topunda, bu işi yorumlayanlar piarında, sorumlu kişiler kendi paçasının derdinde dev bir tüketme kazanı içinde yuvarlanıp gideriz. Tüm bunların getirisi olarak bugün Türkiye’de iyi futbol bir çeşit burjuvazinin elinde. Tüketimin geçer akçe olduğu yerde tabii olarak, en çok parayı veren düdüğü çalar hikayesi…
Okuduğunuz bu yazıya kafa yorduğum şu zaman dilimi içinde aklıma sürekli olarak 80’lerde 3. Lig’in kuruluş süreci örneği geliyor. O dönem de herhangi bir çalışma yapılmadan önemli olan niyet yolundan gidilmiş. Tabi futbolun henüz daha kendisini döndürecek sermayesi yok, altyapı yok, çalışması yok. Meseleyle alakalı olarak bir tezde görüp benimsediğim fikri kendi kelimelerimi giydirerek sizlerle de paylaşayım. Bugün alt lig takımlarında izlediğimiz taktik tepinme maçlarının ilk kilometre taşıdır 3. ligin kuruluşu. Tam bir tüketime sokma aceleciliği örneği. Hal böyleyken bir de üzerine sebeplerin sonuçları, sonuçların sebepleri doğurduğu bu kısır döngü içinde futbolun üretim damarlarından her geçen gün daha da uzaklaşıyoruz. Anadolu, futbolun Kayıp Atlantis’i olarak karşımızda duruyor mesela. Ekonomik güçlükler, plansız büyüme girişimleri futbolda başarıyı her geçen gün biraz daha sınırları belli bir alanın içine itiyor.
Peki ne yapmalı? Tepeden inme değişimlerle değil de dönüşümün aşağıdan yukarıya olduğu bir inşa sürecine girmek lazım. Almanya gibi olmak, İngiltere’ye benzemek yahut futbol coğrafyası bize daha yakın bir ülke olarak Portekiz’den feyz almak, bülbülü taklit etmeye çalışırken ötmeyi de unutmak istemez.
Kendi dinamiklerimizin, kendi mayamızın içinde kendimize ait bir sistemimiz olsun. Çünkü kaç zaman geçerse geçsin bizde işlenecek elmasın duygularının da olacağı bir gerçek. Önce altyapıdaki Ali’nin kramponunun parası kendi cebinden çıkmasın, tesislerinin yalnızca adı tesis olmasın, şartlar ona kendini kurtarmayı değil futbol oynamayı öğretsin, hocasının cebine giren üç kuruş para olmasın ki hocası Ali’yi yalnızca iş olarak görmesin, böyle olsun ki Ali’nin en büyük hayali X İstanbul takımında oynamak olmasın. Ben bunları diyorum, diyorum da… Meyve toplamak için önce ağacı ekmeli, ne kadar çok meyvesi var desinler diye de birer birer ekilen ağaçlardan bir orman yapmalı. Yapmalı ki üretim-başarı-tüketim zinciri bir devamlılık içinde olup neticesini versin.
Zübeyde Özcan / Diyagonal E-Dergi